bugün
- hemşire kızlar nasıl oluyor26
- bebeği gibi seven incitmeyen değer veren erkek26
- kızların tipe bakmadığı gerçeği24
- bir kadın nasıl tavlanır15
- uludağ sözlüğe nasıl düştünüz35
- insanlar melek mi şeytan mı9
- sözlük kızlarının saç rengi9
- icardi190522
- düşün ki o bunu okuyor8
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi19
- çağ dışı teknolojilere özlem duymak8
- bir gavatın soyadını nick yapmak10
- mert hakan yandaş13
- nude istemeyen erkek9
- numan kurtuluş dem parti görüşmesi29
- dursun özbek gibi olsam utanırım8
- anın görüntüsü9
- iğrenç bir his tarif et33
- türkiye toplumunun ahlaksızlığa pratik zeka demesi8
- yakışıklı ama zengin erkek14
- çift maaş alan akpli bürokratların ücretlerine zam18
- en yaşlı özelliğiniz18
- sözlük kızlarına yürüyen vizyonsuz9
- sözlük yazarlarının abileri11
- erkek çocuk için isim önerileri9
- kocaeli de fabrikada yaşanan cinsel grup seks19
- aşkta yaş farkı önemli midir10
- az önce arabamdan inen tatlış kız12
- atatürk'ün hiç seçime girmeden ülkeyi yönetmesi22
- içip içip entry girmek8
- kediye kediş köpeğe köpüş diyen kız13
- arkadaşlar falıma bi bakar mısınız8
- bik bik bu sözlüğün divasıdır19
- emar15
- 170 boyunda 70 kilo erkek9
- suriyeliler suriye'ye dönsün10
- fake hesabım için nick önerileri9
- emmanuel emenike16
- vücutçu aptal erkek vs gösterişsiz felsefi erkek15
- yazarların ruh hali9
- düz dünyacıların güneş tutulmasına bakışı12
- köpekleri aklamak için sırtlana iftira atmak10
- bik bik'i ağdacıya götürmek11
- aykolik'in boyu yaşı kilosu mesleği8
- bik bik'in yaşı boyu kilosu8
- ahirette sorulacak ilk soru8
entry'ler (371)
ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa demiş şair ama anlayana tabii..
belli kurallar çerçevesinde gerçekleşmesi muhtemeldir.
http://www.youtube.com/watch?v=lePfYvrxFBM
http://www.youtube.com/watch?v=lePfYvrxFBM
diziiden bir baba kız diyaloğu;
lucy: papa, can we play outside?
louie: no.
lucy: why?
louie: because it's five o'clock in the morning, it's too early.
lucy: why?
louie: the sun hasn't come up yet.
lucy: why?
louie: because the sun comes up later.
lucy: why?
louie: well, the earth goes around and when it turns a certain amount the sun shows on the horizon.
lucy: why?
louie: i don't know.
lucy: why? why don't you know, papa?
louie: because i didn't pay attention in school, okay? i didn't listen in class.
lucy: why?
louie: because i was high all the time. i smoked too much pot.
lucy: why?
louie: i didn't think it would matter.
lucy: why?
louie: i just figured my life would come together on its own. and then i met your mom, and then you came along, so now i work at the muffler shop.
lucy: why?
louie: well, it's too late for me to pursue a career now, and since your mom has a job with benefits i stay home and take care of you because what i make is pretty much just a joke.
lucy: why?
louie: well, the service economy replaced manufacturing, there's no real jobs in america anymore.
lucy: why?
louie: we had good jobs for awhile because we were lucky, and now we're unlucky.
lucy: why?
louie: it's just the way it goes.
lucy: why?
louie: because god is dead and we're alone.
lucy: Okay.
http://www.youtube.com/watch?v=WZ32BZT9pnk
lucy: papa, can we play outside?
louie: no.
lucy: why?
louie: because it's five o'clock in the morning, it's too early.
lucy: why?
louie: the sun hasn't come up yet.
lucy: why?
louie: because the sun comes up later.
lucy: why?
louie: well, the earth goes around and when it turns a certain amount the sun shows on the horizon.
lucy: why?
louie: i don't know.
lucy: why? why don't you know, papa?
louie: because i didn't pay attention in school, okay? i didn't listen in class.
lucy: why?
louie: because i was high all the time. i smoked too much pot.
lucy: why?
louie: i didn't think it would matter.
lucy: why?
louie: i just figured my life would come together on its own. and then i met your mom, and then you came along, so now i work at the muffler shop.
lucy: why?
louie: well, it's too late for me to pursue a career now, and since your mom has a job with benefits i stay home and take care of you because what i make is pretty much just a joke.
lucy: why?
louie: well, the service economy replaced manufacturing, there's no real jobs in america anymore.
lucy: why?
louie: we had good jobs for awhile because we were lucky, and now we're unlucky.
lucy: why?
louie: it's just the way it goes.
lucy: why?
louie: because god is dead and we're alone.
lucy: Okay.
http://www.youtube.com/watch?v=WZ32BZT9pnk
gelmiş geçmiş en rahatsız dizi karakterlerinden birisidir.
http://www.youtube.com/watch?v=iV3xZVQ3YOs
http://www.youtube.com/watch?v=iV3xZVQ3YOs
Aslında o kadar da zor değil karşısına geçip konuşmak. Her ne kadar düşündüğün ya da hayal ettiğin gibi geçmeyeceğini bilsen de, önceden bir ayna yardımıyla söyleyeceklerini teker teker belirlemek insanın işini çok kolaylaştırıyor. Her seferinde başka bir detay, başka bir hatıra geliyor aklına bir kere. Giderek zenginleştiriyorsun paragrafı farkında olmadan. Aslında gerçekleşmeyen ufak tefek nüanslar katıyorsun işin içine ki böylece ilgisini biraz daha arttırabileceğini biliyorsun. Sonra bir bakıyorsun ki upuzun bir konuşma olmuş. Onu gereksiz yere yoracağını, dikkatini başka yönlere verebileceğini, zamanı gereğinden fazla kullandığını düşünüp, başlıyorsun bir yerlerden kırpmaya ancak bu sefer de çok çıplak kalıyor bazı cümleler. Onları toparlayayım derken vücut dilin dikkatini çekiyor. O nasıl bir duruş öyle? Sen çoktan indirmişsin ki yelkenleri. Nereye isterse oraya götürecek seni deniz. Özenerek kullandığın her harf, boşa çekilen bir kürek gibi. Daha çok dikkat ediyorsun bu sefer de duruşuna, ellerine hakim olmaya çalışıyorsun ama gözbebeklerini okuyabilen birisine karşı yapacak hiçbir şeyinin olmadığının da fakındasın.
Ne kadar tekrar yaparsan yap aslında her şeyin cevabının onda olması ve söyleyeceğin hiçbir şeyin kararında en ufak bir değişikliğe bile neden olamayacağı hiç gelmiyor aklına değil mi? Cevap hayırsa zaten baştan kaybetmişsindir. Sen daha söze giremeden alırsın cevabını hiç merak etme. Evetse; geç kalmışsındır. Gözünde ne yapacağını bilmeyen şaşkın, heyecanlı, sakar birinden fazlası değilsin bu aralar. Ya da hala bazı şeylerin farkına varamamış odunsun. Evet. Geçen her gün senin aslında bir odun olduğuna daha çok inandırıyor onu. Eline daldızı alıp sana şekil verecek hali yok ya. Direnmen, beklemen gereksiz.
Ama; bazen her şey bu kadar kolay olmuyor işte. Hayat öyle bir dakikada, öyle bir gol atıyor ki sana, skoru çevirmek mümkün olmuyor. Çekiliyorsun kenara; hakemin son düdüğü çalmasını bekliyorsun.
Ne kadar tekrar yaparsan yap aslında her şeyin cevabının onda olması ve söyleyeceğin hiçbir şeyin kararında en ufak bir değişikliğe bile neden olamayacağı hiç gelmiyor aklına değil mi? Cevap hayırsa zaten baştan kaybetmişsindir. Sen daha söze giremeden alırsın cevabını hiç merak etme. Evetse; geç kalmışsındır. Gözünde ne yapacağını bilmeyen şaşkın, heyecanlı, sakar birinden fazlası değilsin bu aralar. Ya da hala bazı şeylerin farkına varamamış odunsun. Evet. Geçen her gün senin aslında bir odun olduğuna daha çok inandırıyor onu. Eline daldızı alıp sana şekil verecek hali yok ya. Direnmen, beklemen gereksiz.
Ama; bazen her şey bu kadar kolay olmuyor işte. Hayat öyle bir dakikada, öyle bir gol atıyor ki sana, skoru çevirmek mümkün olmuyor. Çekiliyorsun kenara; hakemin son düdüğü çalmasını bekliyorsun.
insanlar yaptıklarınızı unutur, hissettirdiklerinizi asla.
altın portakal film festivalinde en iyi senaryo ödülü sahibidir. daha cesurlarının çekilebilmesi için izlenmesi, desteklenmesi gerekir. teyzem veya berdelle kıyaslamak pek doğru olmasa da onlardan aldığı bayrağı biraz daha ileri taşımıştır.
filmde anlatılan hikayenin dışarılarda bir yerlerde yaşanıyor olduğunu bilmek bile yeterince rahatsız edici.
altın portakal film festivalinde en iyi senaryo ödülü sahibidir. daha cesurlarının çekilebilmesi için izlenmesi, desteklenmesi gerekir. teyzem veya berdelle kıyaslamak pek doğru olmasa da onlardan aldığı bayrağı biraz daha ileri taşımıştır.
filmde anlatılan hikayenin dışarılarda bir yerlerde yaşanıyor olduğunu bilmek bile yeterince rahatsız edici.
Duraktayım...
Ama beklediğim otobüs değil; "biri"si.
Tıpkı dün gibi, bir önceki gün gibi.
izmir'in serin sabahında eski ceketime sarılmış, ağaçların arasındaki dar yoldan gelmesini bekliyor ve dün akşam olanları tekrar gözlerimin önüne getiriyorum. En başından başlayarak...
Hava sıcak olmasına rağmen yağmur yağıyor.Gökyüzünden düşen küçük ve seyrek damlalar ne beni ne de arkadaşımı rahatsız ediyor basketbol oynarken. Sahayı aydınlatan tek ışık, yolun hemen kenarındaki sokak lambası. Bazen potadan seken topumn hangi yöne sektiğini bile çözemiyoruz. Yağmur ve yetersiz ışığa rağmen kendimizi kaptırmış maç yaparken, bir anda tentenin hemen altında O'nu gördüm. Kollarını kavuşturmuş bana doğru bakıyordu. Fark ettiğimi anlayınca;
+"Yaklaşık 10 dakikadır sizi bekliyorum..." dedi.
***Ses tonu oldukça rahatsız ediciydi. Azarlıyordu sanki. Anlam veremediğim bir tavrı vardı. Kendimi bir anda uzun süreli bir ilişkinin tam ortasında bulmuştum ve bu da bizim son kavgalarımızdan birsi gibiydi. Hemen her sabah yaşanan uzun bakışmalar ve ufak tebessümler yok olmuştu ve galiba bu ilişkinin sonuna doğru hızla ilerliyorduk....***
-"Kusura bakma, dalmışım. Yoksa..."
***Son kelime tüm ipleri onun eline vermişti...***
+"Yoksa ne?"
***Gülümsüyordu.***
-"Biraz daha izin verirsen bitireceğiz maçı..."
Arkamı döndüm.
+"Bekliyorum bakalım..."
***Bir kez daha sitem ediyordu.***
Bu kısa konuşmadan sonra yaklaşık 5 dakika daha oynadık. Ulaş sürekli "olm bitirelim maçı, bak ayıp oluyor kıza diye uyarıyordu beni. Bense oldukça şaşkın, hem bitirmek istiyor hem de pot kırıp saçmalayacağımdan koktuğum için ne ayaptığımın farkında olmadan bir o yana bir bu yana koşturup duruyordum seken topum peşinden. Ulaş sonunda dayanamayıp "Abi yeter. Ben bittim." diyerek karşı potanın yolunu tuttu. Yapacak pek bir şey kalmamıştı artık...Yanına gittim;
-" Tekrar özür dilerim."
Bunu söylerken anlımdan düşen damlaları hissedebiliyordum. Yorgundum ama küçük detaylar da daha çok dikkatimi çekmeye başlamıştı artık. Elindeki rengarenk anahtarlık, sarı lacivert bilekliği, evin içinde giyildiği her halinden belli ayakkabıları, göz bebeklerinin büyüklüğü...
+"Önemli değil. Sıkılmadım zaten. Bayağı eğleniyordunuz oynarken."
-"Evet. Düzenli olarak geliyoruz.
+"Biliyorum."
***Ne kadar dirensem de tebessüm etmekten alıkoyamadım kendimi. Bu jesti çok hoşuma gitmişti."
+"Şimdi terlisin bayağı. Boynundan, omuzundan, kollarından, bir adım geri giderek iyice süzdü, ve hatta tüm vücudundan duman çıkıyor. Üstelik ıslaksın. Yarın sabah durağa biraz daha erken gelirsen, konuşmak istediğim bir şey var...?
O da en az benim kadar dikkatliydi. Bir yandan baştan aşağı inceliyor bir yandan da sol eliyle koluna dokunuyordu. Mimiklerini bile kaçırmak istemiordum. Lafı fazla uzatmadan "Peki." demekle yetindim; son bir kez daha bakarak koşar adımlarla Ulaş'ın yanına gittim.
Eve girdiğimde zamanın nasıl geçtiğini anlamadım bile. Elimde kağıt ve kalemle yatağıma uzanmış, isim ararken buldum kendimi. O söylemeden önce ismini ben bulmalıydım.
Önce büyük harflerle Ayça yazdım kağım tam ortasına. Karaladım sonra. Biraz üzerine Pınar yazdım ama o da tam oturmamıştı üzerine. Zeynep. Sol alt köşeye yazdım. Altını çizdim; bulmuştum sanki ama zaman geçtikçe önce daire içine aldım ve sonra vazgeçtim Zeynep’ten de.
Gamze...
Derya...
Elif..? Elif kırılacak gibi oldu onunla bütünleştirince. Oysa kız oldukça güçlü görünüyordu... Vazgeçtim.
Merve? Daha nitelikli bir isim lazımdı bana.
Öyle ki duyduğum anda dünyaca ünlü bir tatlıcının mutfağındaymışçasına burnuma hoş kokular gelmeli, damağımda bambaşka tatlar belirmeli, kısacası tün duyu organlarım alarm verilmişçesine harekete geçmeliydi.
Sonuda kağıdı yastığın altına koyup uykuya daldım.
Sabahleyin yaklaşık 45 dakikam banyoda geçti. Üzerine yattığım saçım isyan bayrağını çekmiş, şekle girmemekte direniyordu. Ancak suyun altında 15 dakika kadar kalınca pes etmek zorunda kaldı. Banyoda elde ettiğim bu zafer, kesinlikle bugünün ilk ve tek zaferi olmayacaktı.
Duraktayım.
Bekliyorum ama bir türlü gelmiyor. Servisinin saati de iyice yaklaştı. Tam vazgeçmiştim ki O’nu karşı kaldırımda gördüm. Kot pantolonunun üzerinde siyah bir badi ve onun üzerine de ince bir ceket giymiş. Saçları dün akşamki gibi uzun boynundan omuzlarına düşüyor. Yaklaştıkça heyecanlanıyorum. Başım dönmeye başlıyor. Gökyüzü renk değiştirmeye başlıyor; kırmızılı, sarılı bir alıyor sanki. Burnuma ilk defa tecrübe ettiğim acayip bir koku ve ellerim de terliyor. Şapşal şapşal gülümsediğime de eminim.
Tam caddeyi yarılamışken , kendini bilmez bir şoför hızla geçiyor önümüzden. Bu kısacık süreyi fırsat bilip üstümü başımı düzeltiyorum hızlıca.
iyica yaklaşıyor...
+Günaydın. Yasemin ben.
-Yasemin diyorum.
Gülümsüyor.
Ama beklediğim otobüs değil; "biri"si.
Tıpkı dün gibi, bir önceki gün gibi.
izmir'in serin sabahında eski ceketime sarılmış, ağaçların arasındaki dar yoldan gelmesini bekliyor ve dün akşam olanları tekrar gözlerimin önüne getiriyorum. En başından başlayarak...
Hava sıcak olmasına rağmen yağmur yağıyor.Gökyüzünden düşen küçük ve seyrek damlalar ne beni ne de arkadaşımı rahatsız ediyor basketbol oynarken. Sahayı aydınlatan tek ışık, yolun hemen kenarındaki sokak lambası. Bazen potadan seken topumn hangi yöne sektiğini bile çözemiyoruz. Yağmur ve yetersiz ışığa rağmen kendimizi kaptırmış maç yaparken, bir anda tentenin hemen altında O'nu gördüm. Kollarını kavuşturmuş bana doğru bakıyordu. Fark ettiğimi anlayınca;
+"Yaklaşık 10 dakikadır sizi bekliyorum..." dedi.
***Ses tonu oldukça rahatsız ediciydi. Azarlıyordu sanki. Anlam veremediğim bir tavrı vardı. Kendimi bir anda uzun süreli bir ilişkinin tam ortasında bulmuştum ve bu da bizim son kavgalarımızdan birsi gibiydi. Hemen her sabah yaşanan uzun bakışmalar ve ufak tebessümler yok olmuştu ve galiba bu ilişkinin sonuna doğru hızla ilerliyorduk....***
-"Kusura bakma, dalmışım. Yoksa..."
***Son kelime tüm ipleri onun eline vermişti...***
+"Yoksa ne?"
***Gülümsüyordu.***
-"Biraz daha izin verirsen bitireceğiz maçı..."
Arkamı döndüm.
+"Bekliyorum bakalım..."
***Bir kez daha sitem ediyordu.***
Bu kısa konuşmadan sonra yaklaşık 5 dakika daha oynadık. Ulaş sürekli "olm bitirelim maçı, bak ayıp oluyor kıza diye uyarıyordu beni. Bense oldukça şaşkın, hem bitirmek istiyor hem de pot kırıp saçmalayacağımdan koktuğum için ne ayaptığımın farkında olmadan bir o yana bir bu yana koşturup duruyordum seken topum peşinden. Ulaş sonunda dayanamayıp "Abi yeter. Ben bittim." diyerek karşı potanın yolunu tuttu. Yapacak pek bir şey kalmamıştı artık...Yanına gittim;
-" Tekrar özür dilerim."
Bunu söylerken anlımdan düşen damlaları hissedebiliyordum. Yorgundum ama küçük detaylar da daha çok dikkatimi çekmeye başlamıştı artık. Elindeki rengarenk anahtarlık, sarı lacivert bilekliği, evin içinde giyildiği her halinden belli ayakkabıları, göz bebeklerinin büyüklüğü...
+"Önemli değil. Sıkılmadım zaten. Bayağı eğleniyordunuz oynarken."
-"Evet. Düzenli olarak geliyoruz.
+"Biliyorum."
***Ne kadar dirensem de tebessüm etmekten alıkoyamadım kendimi. Bu jesti çok hoşuma gitmişti."
+"Şimdi terlisin bayağı. Boynundan, omuzundan, kollarından, bir adım geri giderek iyice süzdü, ve hatta tüm vücudundan duman çıkıyor. Üstelik ıslaksın. Yarın sabah durağa biraz daha erken gelirsen, konuşmak istediğim bir şey var...?
O da en az benim kadar dikkatliydi. Bir yandan baştan aşağı inceliyor bir yandan da sol eliyle koluna dokunuyordu. Mimiklerini bile kaçırmak istemiordum. Lafı fazla uzatmadan "Peki." demekle yetindim; son bir kez daha bakarak koşar adımlarla Ulaş'ın yanına gittim.
Eve girdiğimde zamanın nasıl geçtiğini anlamadım bile. Elimde kağıt ve kalemle yatağıma uzanmış, isim ararken buldum kendimi. O söylemeden önce ismini ben bulmalıydım.
Önce büyük harflerle Ayça yazdım kağım tam ortasına. Karaladım sonra. Biraz üzerine Pınar yazdım ama o da tam oturmamıştı üzerine. Zeynep. Sol alt köşeye yazdım. Altını çizdim; bulmuştum sanki ama zaman geçtikçe önce daire içine aldım ve sonra vazgeçtim Zeynep’ten de.
Gamze...
Derya...
Elif..? Elif kırılacak gibi oldu onunla bütünleştirince. Oysa kız oldukça güçlü görünüyordu... Vazgeçtim.
Merve? Daha nitelikli bir isim lazımdı bana.
Öyle ki duyduğum anda dünyaca ünlü bir tatlıcının mutfağındaymışçasına burnuma hoş kokular gelmeli, damağımda bambaşka tatlar belirmeli, kısacası tün duyu organlarım alarm verilmişçesine harekete geçmeliydi.
Sonuda kağıdı yastığın altına koyup uykuya daldım.
Sabahleyin yaklaşık 45 dakikam banyoda geçti. Üzerine yattığım saçım isyan bayrağını çekmiş, şekle girmemekte direniyordu. Ancak suyun altında 15 dakika kadar kalınca pes etmek zorunda kaldı. Banyoda elde ettiğim bu zafer, kesinlikle bugünün ilk ve tek zaferi olmayacaktı.
Duraktayım.
Bekliyorum ama bir türlü gelmiyor. Servisinin saati de iyice yaklaştı. Tam vazgeçmiştim ki O’nu karşı kaldırımda gördüm. Kot pantolonunun üzerinde siyah bir badi ve onun üzerine de ince bir ceket giymiş. Saçları dün akşamki gibi uzun boynundan omuzlarına düşüyor. Yaklaştıkça heyecanlanıyorum. Başım dönmeye başlıyor. Gökyüzü renk değiştirmeye başlıyor; kırmızılı, sarılı bir alıyor sanki. Burnuma ilk defa tecrübe ettiğim acayip bir koku ve ellerim de terliyor. Şapşal şapşal gülümsediğime de eminim.
Tam caddeyi yarılamışken , kendini bilmez bir şoför hızla geçiyor önümüzden. Bu kısacık süreyi fırsat bilip üstümü başımı düzeltiyorum hızlıca.
iyica yaklaşıyor...
+Günaydın. Yasemin ben.
-Yasemin diyorum.
Gülümsüyor.
+ anne ben aşık oldum.
- ...
+ keşke sen de görebilseydin.
- ...
+ ama babama anlatıyorum her şeyi merak etme. eskisi gibi değiliz. sürekli soruyor o da. nedir, kimdir, ne değildir... ama unutkanlık başladı. sabahları kalkıp yürürdü ya, artık o da 2-3 günde 1'e indi. "zor geliyor kalkmak" diyor. ben sıkıyorum portakal suyunu her sabah işe gitmeden önce. o güçlü kuvvetli adamı böyle yorgun görmek... keşke yine o eski sağlığına kavuşsa da sürekli kavga edip, nasihat verse. "oğlum işten gelirken yürü karşıyaka'dan, zor geliyorsa bostanlı'da in, oradan yürü. sen de benim gibi yemeğe düşkünsün bak, göbeğine dikkat et" dese. allahtan ayça var şimdi. ısındılar bayağı birbirlerine. bazen bir bakıyorum işten çıkıp direk bize gitmiş, babamla oturuyorlar. görsen nasıl gözlerinin içi gülüyor babamın öyle zamanlarda. yemeği yedikten sonra dışarı çıkıyoruz. artık akşam yemeğini yemeden çıkmıyorum evden. illa beraber olunacak, evde o masanın etrafında yenecek yemek. eskiden kaçardım ama şimdi... seninkiler kadar olmasa da pilavı çok güzel yapıyor mesela, maharetli. söylenirken hiç görmedim. olana çare yok diyor sürekli. önemli olan bundan sonra ne yapılacağıymış.
sarışın. bembeyaz bir teni var. güneşte fazla kalınca kızarıveriyor hemen istakoz gibi. birazcık nazlı ama olsun o kadar da. açık sözlü. bazen kaptırıyor kendisini langur lungur konuşuyor, görmen lazım. öyle bir kaptırıyor ki eller, kollar, kaşlar her biri bir tarafa savruluyor. zor tutuyorum kendimi gülmemek için. bir keresinde hafif bir gülümseyivermişim... bir hafta konuşmadı benimle. sürekli babamın yanında. babam da cephe aldı mı bana... kaç yaşına gelmişler küsüyorlar, konuşmuyorlar. allah'tan armağan araya girdi de barıştık. o da bildiğin gibi, hala çapkın. gıcık oluyorum bazen...
neyse ben gideyim artık.
babam merak edecek.
- ...
+ keşke sen de görebilseydin.
- ...
+ ama babama anlatıyorum her şeyi merak etme. eskisi gibi değiliz. sürekli soruyor o da. nedir, kimdir, ne değildir... ama unutkanlık başladı. sabahları kalkıp yürürdü ya, artık o da 2-3 günde 1'e indi. "zor geliyor kalkmak" diyor. ben sıkıyorum portakal suyunu her sabah işe gitmeden önce. o güçlü kuvvetli adamı böyle yorgun görmek... keşke yine o eski sağlığına kavuşsa da sürekli kavga edip, nasihat verse. "oğlum işten gelirken yürü karşıyaka'dan, zor geliyorsa bostanlı'da in, oradan yürü. sen de benim gibi yemeğe düşkünsün bak, göbeğine dikkat et" dese. allahtan ayça var şimdi. ısındılar bayağı birbirlerine. bazen bir bakıyorum işten çıkıp direk bize gitmiş, babamla oturuyorlar. görsen nasıl gözlerinin içi gülüyor babamın öyle zamanlarda. yemeği yedikten sonra dışarı çıkıyoruz. artık akşam yemeğini yemeden çıkmıyorum evden. illa beraber olunacak, evde o masanın etrafında yenecek yemek. eskiden kaçardım ama şimdi... seninkiler kadar olmasa da pilavı çok güzel yapıyor mesela, maharetli. söylenirken hiç görmedim. olana çare yok diyor sürekli. önemli olan bundan sonra ne yapılacağıymış.
sarışın. bembeyaz bir teni var. güneşte fazla kalınca kızarıveriyor hemen istakoz gibi. birazcık nazlı ama olsun o kadar da. açık sözlü. bazen kaptırıyor kendisini langur lungur konuşuyor, görmen lazım. öyle bir kaptırıyor ki eller, kollar, kaşlar her biri bir tarafa savruluyor. zor tutuyorum kendimi gülmemek için. bir keresinde hafif bir gülümseyivermişim... bir hafta konuşmadı benimle. sürekli babamın yanında. babam da cephe aldı mı bana... kaç yaşına gelmişler küsüyorlar, konuşmuyorlar. allah'tan armağan araya girdi de barıştık. o da bildiğin gibi, hala çapkın. gıcık oluyorum bazen...
neyse ben gideyim artık.
babam merak edecek.
jeff murdock gibi bir karakter için bambaşka semboller ifade eder.
http://www.youtube.com/watch?v=JzQy4HhZwX4
http://www.youtube.com/watch?v=JzQy4HhZwX4
özellikle ilk telefon konuşmalarında meydana gelmesi muhtemel durumdur. gereksiz bir gerilim ortaya çıkar ve sessizlik giderek büyür.
http://www.youtube.com/watch?v=kOdoAl8pt74
http://www.youtube.com/watch?v=kOdoAl8pt74
daha el atması ve geliştirmesi gereken birçok ufak ayrıntı olan karakter.
http://www.youtube.com/watch?v=dnl9Uenaop8
http://www.youtube.com/watch?v=dnl9Uenaop8
(bkz: shadaim)